Kanser

Kanser

Kanser

İstatistikler gerçekten evham verici! Amerikan Kanser Derneği’nin bilgilerine göre:
* Günümüz Amerika’sında vefat sebepleri içerisinde kanser ikinci sırada yer alıyor.
* Yaşayan üç Amerikalıdan birisi kanser tehlikeyi taşıyor.
* Beş sene içerisinde, her beş Amerikalıdan ikisi kanser ris­ki taşıyacak.

Neler oluyor dersiniz? Bildiğimiz gibi kanser, bayağı ve sıhhatli hücrelerin, anormal ve kanserli hücrelere dönerek ya­yılmasıyla alana kazanç. Peki ilk bozulma neyle başlar? Tahlilciler senelerce bu tetikleyiciyi bulmaya çabalayarak zamana karşı yarıştılar. Bazı araştırmalarında, çözümün ge­netik servette gizli olduğunu, dışsal tehlikelerin kansere meyil­li genleri uyararak kansere neden olduğunu öne sürdüler. Öte yandan asbest ve dumanlı is gibi etrafsal zehirli maddeler de günah keçisi seçildiler.
İtinasız bir hayat tarzımn neticeyi olan hür radikalle­rin, kanser tehlikesini artıran esas sebeplerden biri olduğunu öğreniyoruz. Aynı zamanda, sentetik kimyevilerden üretilen xeno-östrojenlerden östrojeni taklit eden ya da etkinliğinde farklılıklara yol açan maddeler östrojene yumurtalıklar­dan salgılanan ve insanlarda ikincil cinsel şahsiyetlerin büyü­mesini sağlayan hormon dönüştürülen maddeler de kanser tehlikesini artıran nedenler arasındadır. Kuşkusuz, sigara başlıca akciğer kanseri sebebidir.

Şimdi bir bilimsel çalışma, kanser ve dışsal tetikleyiciler ara­sındaki irtibat ile kanser ve yiyecekler arasındaki iletişimi ispatlayacak. Hâlâ pek çok insan, ağızlarına attıkları şeyin kan­serli ura neden olduğunu kabul etmek istememekte direni­yor. Anne evinde pişen yemeklere ve barbekü partilerine azıcık­cık kuşku ile yanaşmak için bu mukavemet azıcık fazla belki de.

Bilimsel literetürün yardımı
Amerikan Kanser Derneği’nin ortaya koyduğu ispatların takribî %30 ila 40′ı, kanser ve beslenme arasındaki ilişkiye dair neticelere dayanıyor. Uzağa gitmeye gerek yok, tıbbi ve­ri tabanına bakarak da ispatlarımızı onaylayan istifle bilgiye erişebiliriz. Birkaçının üzerinde düşünmeye kıymet:

* “Perhiz ve Sütun Kanseri” E. Giovannucci tarafından yapılan araştırmanın neticeyi, 13 Aralık 1993 tarihli Cancer Researcher Weekly’nm kanser araştırmaları yayı­nı 21. sayfasında yayınlandı.
* “Hayvansal Yağa Bağlı Prostat Kanseri” yüksek oran­da kırmızı et yiyen ve %80′i prostat kanserine tutul­mış 47.855 erkek üzerinde yapılan araştırma, Facts on File – Reeller Dosyası’nm 774. sayfasında 14 Ekim 1993′te yayınlandı.
* “Rejim Etmenleri ve Etrafsal Kanser Tehlikeleri” periyo­dik neticeler 19 Temmuz 1993′te Cancer Researcher We-ekly’mn 26. sayfasmda yayınlandı.
* “Perhiz Kansere Karşı” American Cancer Society -Amerikan Kanser Derneği tarafından yapılan incele­maya göre sebze, meyve ve hububatlar kanser tehlikesini eksil­tıyor. 7 Ekim 1992′de Nezv York Times’m B7. sayfasmda yayınlandı.
* “Araştırmalar kafa karıştırır ama yeşillik yemek iyidir” Milli Kanser Enstitüsü ve John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin “sebze yemenin sıhhate bereketleri” mevzulu araştırması VVayne Hearn imzasıyla 9 Mayıs 1994′te American Medical Neıos’in Amerikan Tıp Ha­berleri 20. sayfasında yayınlandı.

Canlı yiyeceklerdeki kanser önleyici fitokimyasallar
Son zamanlarda yapılan kanser ve beslenme müzakereleri içerisinde en çok kullanılan kelime “fitokimyasallar”dır. Fiokimyasallar, natürel yiyeceklerin içinde bulunan ve hücrelerdeki kanser gelişimini erteleyen bitirici öğelerdir. Hop-kins Üniversitesi Tıp Fakültesi tahlilcileri yaptıkları bir deneyde, meme kanserine yol açan kanserojen maddelerle te­davi görmekte olan farelere, brokolinin kapsadığı “sulforaphane” isimli kimyeviden verdiler. Karnabahar, brüksel lahanası, şalgam ve kıvırcık lahanada da bulunan bu maddenin, farelerdeki ur rakamını ve büyüklüğünü gözle görülür biçimde eksilttiğim, gelişimlerini geciktirdiğini kolladılar. Araştırma­cılar bu maddenin, kansere sebebiyet veren casuslara karşı be­dendeki enzimlerin koruma performansını artıracağını be­lirtmektedirler.

Fitokimyasallar, kanserle savaşta atılan birkaç adımdan birini oluşturur. Minnesota Üniversitesi’nden epidemiolo-jist John Potter, “Bu adımların nerdeyse her biri kansere karşı açılmış bir savaştır,” diyor ve devam ediyor: “Sebze ve meyvelerin içinde, süreci tersine çeviren ya da yavaşlatan bir veya birden çok bileşen vardır.”2 Şimdi bunlara bir göz atalım:
Brokoli: DNA’yi bağlayan kanserojenleri önleyen tiyosiyanat ve göğüs kanserine neden olabilecek forma gelen östrojenin, hasarsız metabolitlerin içinde ufalanmasını sağlayan indo-le-3-carbinol isimli maddeleri de kapsar.

Lahana: Bol ölçüdeki konsantre indole-3-carbinol içeriğinin yanı gizeme, kansere karşı yaygın tesirli koruma sağlayan oltipraz ve meme kanseri ile ura karşı kullanılan brassinin madde­lerini kapsar.

Sarmısak ve soğan: Hücre içindeki kansere neden olan kim­legalleri detokside eden enzimleri uyarîan aliyi sülfürü mad­desi kapsar.

Kırmızıbiber: Akciğer kanserinin tetiklendiği yer olan DNA’ya tutunan toksik molekülleri özellikle sigaradaki tu­tan capsaicin maddesi kapsar.
Narenciye ve dutsu meyveler: Hücrenin üzerinde birikerek kansere neden olan hormonları yasaklayan flavonoid maddesi kapsarlar.
Soya fasulyesi: Oksijen ve gıda taşıyan kılcal damarlara bağlanan ufak urları yasaklayan genistein maddesi kapsar. Bu vaziyet, Batı’ya taşınan ve soya mahsullerinden yoksun bir beslenme biçimine bağlı yaşamaya başlayan Japon erkeklerin-deki prostat kanserine tutulma oranının neden arttığına söyleyebilir.

Mutlaka Okumalısınız :   Uzmanından önemli uyarı: Her büyük tümör ileri evre kanser değil

Domates: Mideye, karaciğere ve mesaneye yönelen nitrosamine bileşenlerini yasaklayan p-coumaric asit ve klorojenik asit açısından zengindir. Çilek, ananas ve biber de bu asitleri kapsarlar.

Fitokimyasallar alanında yapılan son araştırmalar büyük bir adım olarak görülmektedir. Bu mevzu VVashington’da dok­torların, profesörlerin ve dünyanın her yerinden gelen araş­tırmacıların katıldığı bir konferansta masaya yatırılmıştır. Milli Kanser Araştırmaları Enstitüsü National Cancer Ins-titute, fitokimyasallan bulma, izole etme ve onlarla çahşma mevzusunda yapılan araştırmalar için milyonlarca dolarlık bütçe ayırmaktadır. Milli Kanser Enstitüsü, Amerikan Kan­ser Derneği ve daha bir hayli tıbbi otorite de canlı ve taze sebze-meyvelerin çok ehemmiyetli “kanser önleyiciler” olduğu mevzu­sunda hemfikirdir.

Kansere neden olan şeyler gıdalar midir?
Araştırmalar neticesinde pişmiş, kızarmış ve yüksek pro­tein kapsayan bir hayli besinde kanserojen madde olduğu ortaya çıkmıştır.

Pişmiş yiyecekler: Pişirme harekâtı besinlerin Ribo Nükleik Asit ve DNA yapılarını bozar, besleyici kıymetini yok eder ve kanse­rojen madde yaradılışına neden olur. Aynı zamanda yağların yapışım bozarak hür radikal yaradılışını sağlar.

Hür radikaller, bir elektronunu kaybetmiş olan molekül­lerdir. Lisedeki kimya derslerini anımsayacak olursanız, mole­küllerin her zaman balansta kalmak istediğini; ancak birinin bir elektron kaybettiğinde, elektriksel balansını yine kur­mak için ümitsizce elektron aradığını ve bunu rastgele bir yerde bulacağı bir elektronu çalarak sağladığım da hatırlarsı­nız. Hür radikaller vücutta hür kaldıklarında yağ, pro­tein ve hatta DNA’mn elektronlarından çalarlar. Değiştirilmiş DNA ise hücrede bir metamorfoza değişinime neden olur ve hakimiyet edilemez bir biçimde artar. Biz buna kanser diyoruz.

Beden kendisini bu hür radikallere karşı enzimlerle sa­vunur. Enzimler, hasar görmüş hücreleri tamir eder ve ser­best radikalleri bölerek su ve hasarsız oksijen haline ge­tirirler. Bu natürel korunma süreci, pişmiş gıda yediğimizde sekteye uğrar, zira gıdaları pişirme harekâtı çok rakamda hür radikal oluşturur ve vücuda giren enzim ölçüm eksiltir.

Kanserle savaşmak için, beden pişirme harekâtı sırasında kaybolmuş olan enzimlere gereksinim dinler. Dünyaca şöhretli Viyanalı Dr. Warba, kanser rehabilitasyonunda enzimlerin yeni bir yak­laşım olduğunu söylemektedir. Kanser hücrelerinin rehabilitasyonu­ni etkileyen iki ana etken vardır: bireyin bağışıklık sisteminin korunma eforu ve kanser hücrelerinin öldürücülüğü. Canlı yiyeceklerdeki enzimler bu iki etkeni hedefler. Kanserli hüc­renin öldürücü eforunu düşürerek, vücudun korunma meka­nizmasını kuvvetlendirirler. Dr. Warba, enzimlerin hücre çeperini gevşetip hücrenin yüzeyini iletkenleştirerek, dışarıdan dayanak almaya sarih hale getirdiğini ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğini, ayrıca urlu hücrelerin inatçılığını kırdı­ğım belirtmektedir.

Bedenimizde, habis ur yaradılışına sebebiyet veren hücre metamorfozlarını önleyen enzimlerin yanısıra bu emelli bazı genler de bulunmaktadır. Jefferson Kanser Enstitüsü Mikrobiyoloji ve Bağışıklık Departmanı’nda Department of Microbiology and Immunology Jefferson Cancer Institute çalışan tahlilciler, sütun kanserinin lideri olan bağır­sakta, polip gelişmesi meselesini önleyen bir enzime sahip genden bahsetmektedirler. Tahlilci Linda Siracusa, yağ­ların bağırsaklara uzanan hasarlı tesirlerini önlemek üzere en­zimlerin yağ metabolizmasında çok ehemmiyetli bir rol oynadığı­nı söylemektedir. Enzimlerin dayanakçı olabileceği bir öteki vaziyet de, yağlı besinler harcamaktan kaynaklanan bazı bak­terileri vücuttan atmasıdır. Kısacası enzimler bayağı olma­yan hücreleri doğrudan doğruya vücuttan atma işini üstle­nirler.

Hangi mekanizma olursa olsun, iyi çalışan enzimler kan­seri önleyebilir.
Pişmiş besinlerin riskleriyle alakalı olarak Amerikan Kanser Derneği’nin son belirlemeleri şöyle: “Son araştırma­lar gösteriyor ki, yüksek ısıda pişirilmiş hayvansal besinler, hayvanlarda bulunan ve kansere neden olan muhtelif maddele­rin oranını artırıyor, ayrıca sağlam ve yerleşik DNA yapısını bozuyor.”5 Kansere bir söyleme getirirken, onun toksik olu­şumu göz önünde bulundurulduğunda, 1990′da Milli Kan­ser Enstitüsü’nden. Dr. Richard Adamson tarafından yürütülen çalışmalar söyleyici kalitededir. Yüksek ısıda pişirilmiş et, balık ve kümes hayvanlarında, çok ölçüde heterosiklik aromatik aminler HAA olarak öğrenilen, mutajen değişinim oluşturabilen kimyevi ya da fiziksel faktör potansiyel oldu­ğunu görüldü. Bu HAA’lar, Adamson’un çalışmaları içerisin­de gördüğü en eforlu olanlardı ve bunların çok az ölçüyü bi­le DNA’da ehemmiyetli zararlar yaratabiliyordu.6 Mutajenler kanserojendir demek doğru olur.

Kaliforniya’daki Lavvrence Livermore Milli Laboratuvarları’nda yapılan yeni araştırmalara göre, bu kadar donakaltıcı so­nuçlan olan tek şey, yüksek ısıda pişirilmiş et değildir. Laboratuvarda çalışan bilim adamı Mark Knize ve araştırma ekibi ekmek, pirinç, yumurta, tofu ve glüten kapsayan sebzeli hamur iş­leri gibi muhtelif gıdaların değişik pişirilme teknikleri ve bunların sonuçlan üzerine çalıştılar, insan metabolizmasının bir benze­rini yaparak pişirdikleri gıdaları sınadılar ve pişirilmiş her besinde mutajene tesadüftüler. Neredeyse her besin, pişiril­diği ısının yüksekliği oranında mutajen kapsıyordu.

Mutlaka Okumalısınız :   Daha az kanser

Protein: Kamu Bereketine Çalışan Bilim Merkezi’nin The Cen-ter for Science in the Public Interest raporuna göre, vasati bir Amerikalı, her gün vasati 150 gram protein alıyor. As­lında yalnızca bunun bir kısmına lüzumumuz var. Peki geri ka­lanı nereye gidiyor? Beden proteini depolayamaz. Besin sto­ku olan kan ve hücreler, fazla protein karşısında lenfatik sis­temle aşırılıkları atmaya kalkışır. Ancak lenfler, altından kal­kamayacakları kadar yük altına girdiklerinde, protein “tuzak”ları urlar oluşur ve bu da uzuv ve dokuların geri kalanını gözetmek için lenfleri sımsıkı kapar. Nobel mükâfatlı Dr. Otto VVarburg’un gösterdiği gibi, oksijen ikmali %30 ora­nında eksildiğinde, bu kapanmış hücreler hasarlı kanser hüc­releri haline gelebilir.

Sağlıklı bayağı hücrelerin tersine, kanser hücreleri üre-mek için oksijene gerek dinlemez. Kanserli hücreler bir bakı­ma vücudu fazla protein zehirlemesinden gözetmek için atık harcarlar. Ancak bu hayati strateji, hakimiyet edilemeyen vefat­cül kansere neden olabilir.

Ne yazık ki, bizim işlenmiş ve pişirilmiş gıdalarımız ölüdür ve hücrelerin lüzumu olan oksijenden yoksundur. Bel­li ki bu yoksunluk, hücreleri değişinim ve makûsluğa maruz bı­rakır. Canlı gıdalar yalnızca az protein kapsamakla kalmaz; ay­nı zamanda alkali de barındırır. Beden fazla proteini atmaya uğraşırken, alkali besinler asidik ve toksik nitrojen birikimini nötralize etmeye verimler.

Hipokrat Sağlık Programı’nın ana unsuru olan çimlenmiş buğday, Dr. Pnina Bar-Sella’ya göre kanserle savaş açısından doğruluğu ispatlanmış canlı gıdalara iyi bir misaldir. 1995′te, buğday çimi özünde bulunan klorofildeki antimutajenik etkinlikler üzerine yaptığı çalışması şu neticeleri göste­riyor: “Buğday özünde tespit etilen klorofil, metabolik aktivasyon için gereken kanserojenlerin mutajenik tesirlerine mani olan faal ana etmendir. Bulgular, eşdeğer ticari bileşimler üzerinde de test edilmiştir.”

Beslenme ve kanser üzerine bir başka araştırma da, 1994′te Oregon Bilim ve Tıp Enstitüsü’nden Oregon Institu-te of Science and Medicine Arthur B. Robinson tarafından, fareler üzerinde yapılmıştır. Araştırma, protein beceriksizliğinin kanserli hücrelerinin çoğalmasını önleyen ana etken olduğu doğrultusundadır. “Sarihçe görülüyor ki, düşük proteinli yaş sebze ve meyvelerle beslenme, kanserin sihrime oranını düşüren en esas etmendir.”

Kanser ve beslenme arasındaki bu ilişki üzerinde çalışan bir hayli hekim kendi beslenme alışkanlığım değiştirmiştir. New Jersey’deki Lawrenceville Kanser Korunma Merkezi Protective Cancer Center in Lavvrenceville idareyicisi Dr. Charles Simone, kanser ve beslenme arasındaki iletişimi araştırmaya 1983′te başlamış ve o tarihten beri ağzına tek bir lokma hamburger ve pizza koymamış, ailesini de bu beslen­me stiline ikna etmiştir. “Benim çocuklarımı asla hamburger, dondurma ya da kekle aldatamazsınız,” diyerek iftihar etmek­tedir.

Göğüs kanseri
Hayvansal ve oksijen yoksunu pişirilmiş yiyeceklere yasla­nan beslenme stillerinin, kanser tehlikesini ehemmiyetli miktarda artır­dığı sarihtir. Bu özellikle dünya üzerinde suratlarca, binlerce kadının muztarip olduğu göğüs kanseri ile beslenme biçimi arasındaki irtibatta sarihçe görülebilir. Bugün yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde her sene 182.000 kadm göğüs kanserini tutuluyor. Doğrusu, ülkelerin hayvansal gıda tüketimi ile göğüs kanseri oranı arasmda doğrudan irtibat kurulabilir. Zira yağ dokuları, östrojeni sürükler. Göğüs kan­serinden sakınmak için şahane bir büyüme, öyle değil mi? Se­çim, ağzımıza ne koyduğumuzdan katlanıyor. Kanser – beslen­me ilişkisinden, erkekler de hissesini alıyor. Hayvansal besinler, prostat dokusunu uyaran androjen isimli erkeklik hormonuna dönüşüyor. Androjenin onyıllar süresince prostat dokusuna akması neticesinde, bu bez genişleyip kanserli hale geliyor.

Kanser ve hayvansal yağlar arasındaki ilişkiye müteveccih ye­ni çalışmalar emin başlı zirai ilaçlarda, haplarda, yakıtlar­da ve plastikte bulunan sentetik ve hormon taklidi bileşimle­re xeno-östrojen ya da yabancı östrojen olarak adlandırılır işaret ediyor. New York’taki Strang-Cornell Kanser İncele­maları Laboratuvarı’nda Strang-Cornell Cancer Research Laboratory çalışan analistlerden Devra Davis ve H. Leon Bradlovv, xeno-östrojenlere maruz kalmanın, geçen seneler­da değişik değişik ülkelerdeki göğüs kanserine tutulan şahıs rakamındaki çoğalışı söyleyebileceğini belirtiyorlar. Ayrıca, dahi­şimlerin erkeklerde giderek yaygınlaşan faize bozuklukları alanını genişleteceğine inanmaktalar. Bilhassa testis kanseri, inmemiş testis kriptorşidik testis, idrar yolu bozukluğu ve sperm beceriksizliği gibi.

Mutlaka Okumalısınız :   Kanserin genel olarak tedavisi

Bedenimizdeki hücreler, iyi ve makûs dışsal ihtarlara reak­siyon gösterirler. Yağ, kimyevi gözetici, katkı maddesi ve tarım ilacı yüklü yiyecekler yediğimizde, hücrelerimizin ölümcül ur transformasyonuna katkıda bulunmuş olu­ruz.
Birazdan okuyacağınız sansasyonel hikâye, ölümcül göğüs kanserine karşı verilen bütün bir cesaret misalidir. Şimdi anla­tacağım reel hadise, suratlarca mucizevi hikâyeden yalnızca bi­ridir.

Göğüs Kanseri: Bir Sağlık Yolculuğu
Sağlık problemlerim 1988 seneyi Mayıs’ında başladı. Kendi­mi iyi seziyordum ancak bir sabah uyandığımda, göğ­sümde içten gelen bir kaşıntı hissettim. Kaşırken, orada kü­çük bir top olduğunu fark ettim. Hemen hekimimi arayıp aynı gün içinde bir buluşma aldım. Daha evvel vücudumda da­falarca iyi mizaçlı kist oluşmuş ve Nevv York’taki hekimime enjeksiyonla aldırmıştım. Chicago’ya yeni taşınmıştım. Daha yeni gitmeye başladığım hekimim, benden mamogram çek­tirmemi istedi.
Teknisyenler durmadan filmime sürüklüyor, bir hemşire de ters ters bana bakıyordu. Bir mesele olup olmadığını sordu ğumda, radyolog bana söyleyemeyeceğini ancak bu mamog-ramı seneler evvel sürükletmiş olmam gerektiğini söyledi. Bu he­nüz hikâyenin başlangıcıydı.

New York’taki hekimime gitmeye karar verdiğimde, Chicago’daki hekimim bana üzerinde “bireye özel” yazan kapalı bir zarf verdi. Ama ben sabredemeyip zarfı açtım ve yeni hekimimin, göğsümde tesadüfülen kütlenin kanserli ol­duğunu yazdığını gördüm.

New York’taki hekimim, yeni bir mamogram sürükletmem gerektiğini söyledi. İlk çekilenin yanlış olma ihtimalini düşü­nerek yenisine sürüklettim. Hekimim, göğsümden parça alıp test edilmesi için laboratuvara gönderdi. Netice pozitifiti, hekimim bu kere de biyopsi yaptırmam gerektiğini söyledi.

Chicago’ya dönerek, bana daha evvel biyopsi yapan Chica­go Üniversitesi’ndeki güvendiğim hekimime tekerrür gittim. Birkaç gün sonra, bana son lafını söyledi. Parça kanserliy­di. “İyi mizaçlı karsinoma” ismi verilen bir hastalığım vardı.
Hekimim, göğüs operasyonu olmam gerektiğini söyledi. Üçüncü bir görüş almak için başka bir uzman hekime gittim, fakat hepsi aynı şeyi söylüyordu. Hatta, Northwestern Üni-versitesi’nde çalışan bir uzman, oraya ikinci kere gidişimde, kanserin göğüsümün tamamına nüfuz ettiğini ve her iki göğ­sümün birden alınması gerekebileceğini söyledi. Bir de yeni­den yapılandırıcı plastik cerrahi önerdi.

Mayıs ayının ilk iki haftası içinde göğsümdeki kütleyi fark etmiş ve biyopsi olmuştum. Bir hafta sonra da operasyon olma tasarım yapılmıştı.

Bana, gelişmekte olan kütlenin hava alacak biçimde bıra­kıldığında, çok süratli bir biçimde gelişeceğini söylediler o sebeple biyopsinin hemen ardından operasyon etmek istiyor­lardı. Doğruydu da. Bezelye kadar olan şey, neredeyse yum­ruğum kadar olmuştu.

İşte o zaman değişik bir seçenek aramaya başladım. Dün­yanın her yerini aradım. Seçenek yollarla kanseri yenmiş, operasyona pek razı olmamış insanlarla ilişki kurmaya çalış­tım. Ne yazık ki göğüs kanserini operasyon olmadan yenmiş tek bir şahıs dahi bulamadım. Sonrasında ise lider olmaya ka­rar verdim.

Sonunda, operasyon gününden birkaç gün evvel Florida VVest Palm Beach’te bulunan Hipokrat Enstitüsü’nü buldum. Aradım ve hemen gelmek istediğimi söyledim. Kafamda her şeyi tasarlamıştım.

O sıralarda, operasyonumda bol kader dilemek için eşim dos­tum beni arıyordu. Onlara kararımı söylediğimde hepsi şoke oldular. “Ne yapıyorsun sen?” diye bağırdılar ve hepsi be­nim intihara kalkıştığıma emindi. Tek istediğim Chicago dı­şına çıkıp programa hemen başlamaktı. İşte o anda iyileşme­ye başladım.

Hipokrat’ta beş hafta kaldım, zira programın tamamını bilmek istiyordum. Ama kısa zamanda, beş haftanm dahi kovanın içinde yalnızca bir damlacık su kadar noksan oduğunu kavradım. Gerçekten hastaydım. Bedenimdeki zehirli maddelerle beraber stresi de atıyordum. Eforluydüm de. İlk kırk gün için­de ur küçülmeye başladı. Enstitüden parçalayıp konuta gidiyor­dum. Çok uzun zaman geçmişti ve kendime gelmem kade­meli ilerleyen bir sürece dağılmıştı. Beş ay sonra Hipokrat’ı tekerrür ziyaret ettim. Altı ay içinde ur tamamen yok ol­muştu.

Zamanla daha iyi sezmeye başladım. Haftada birkaç sa­at hoş zaman geçirecektim. Sonra haftada bir gün kendimi bayağı sezecek ve sonunda çoğu zaman iyi olup çok az zaman makûs olacaktım.

Kanserden kurtulmanın yanı gizeme, Hipokrat Progra­mı’ndan çok ehemmiyetli bir şey daha bildim. Enerji seviyem şimdi çok daha yüksek. Cildim süratle yenilendi, saçlarım ne­redeyse daha öncekisinin iki katı gür, tırnaklarım daha eforlu ve deriyi­min rengi çok daha iyi. Programa ve ilk ziyaretimden sonra geriye kalan kansersiz senelerime büyük bir inançla devam ediyorum.

Etiketler
Daha Fazla Göster

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı